İnsanlıktan Sivilliğin Tabutuna 11 Çivi
I
Bu düzen bizi öldürüyor.
Her gün biraz daha. Alarmla uyanıyoruz, patronun kasasını doldurmaya koşuyoruz, eve döndüğümüzde yaşamaya mecalimiz kalmıyor. Kira, borç, fatura. Kira, borç, fatura. Sonsuz bir tekrar.
Dediler ki: “Çalış, başaracaksın.” Yalandı. “Oku, yükseleceksin.” Yalandı. “Sabret, sıra sana da gelecek.” Hepsi yalan.
Sıra bize gelmeyecek. Çünkü bu düzen sıraya göre işlemiyor. Bu düzen bizim kanımızı emerek işliyor. Biz kurudukça onlar semiriyor.
II
Teoriye neden ihtiyacımız var?
Düşman yalnızca fabrikada, ofiste, tarlada değil. Düşman kafamızın içinde de yuva kurmuş. “Doğal” bildiğimiz her şey –para, mülkiyet, devlet, sınır, ücret– onların icadı. Bizi zincirlemek için uydurdular, sonra “ezelden beri böyle” dediler.
Hayır. Ezelden beri böyle değildi.
Meta yoktu, icat ettiler. Para yoktu, icat ettiler. Sermaye yoktu, icat ettiler. Ücretli kölelik yoktu, icat ettiler. Devlet yoktu, icat ettiler.
Bunları icat eden şey despotsuz despotizmin kendisidir, zira kendi kendilerini icat eder bu biçimler. Mevzubahis despotizm biçimlerin despotizmidir, şeylerin değil.
İcat edilen her şey yıkılabilir.
III
Akademinin ölü bilgisini reddediyoruz. Üniversiteler düşünceyi metaya dönüştürdü: satılık diploma, satılık makale, satılık “uzman görüşü”. Profesörler sermayenin papazları kesildi. Onların “tarafsızlığı” statükonun takdis edilmesidir; başka bir şey değil.
Biz başka bir yerden konuşuyoruz: sınıf savaşının tam göbeğinden.
Teori bizim için lüks değil, silahtır. Düşmanı tanımadan düşmanı yenemezsin. Sermayenin damarlarını, çatlak noktalarını, kör noktalarını bilmeliyiz. Bu bilgi sokaklarda, grevlerde, işgallerde, isyanlarda sınanacak. Sınavı geçemeyen teori çöpe gider. Geçen teori ise eylem olur.
IV
Soruyorlar: “Neyi yıkmak istiyorsunuz?”
Meta-biçimini. Her şeyin –emeğin, zamanın, sevginin, dikkatimizin– alınıp satıldığı bu düzeni.
Değer-biçimini. Soyut emeğin diktatörlüğünü. Bir şeyin “değerli” sayılması için piyasanın onayını beklemek zorunda olduğu bu saçmalığı.
Para-biçimini. Bu fetişi. İnsanlar arasındaki ilişkilerin şeyler arasındaki ilişki kılığına büründüğü bu büyüyü.
Sermaye-biçimini. Kendini şişiren değeri. Bizim dünkü ölü emeğimizin bugünkü diri emeğimizi emdiği bu vampiri.
Devlet-biçimini. “Ortak çıkar” maskesi altında sermayenin çıkarını kollayan bu silahlı gücü.
Hukuk-biçimini. “Eşitlik” masalını. Patron ile işçinin “özgürce” el sıkıştığı bu tiyatroyu.
Bu biçimler insanlığın kaderi değil. Belirli tarihsel koşulların ürünleri. O koşullar değiştiğinde –biz değiştirdiğimizde– bu biçimler de tarihin çöplüğüne yuvarlanacak.
V
Soruyorlar: “Alternatif ne? Yerine ne koyacaksınız?”
Soruyu yanlış kuruyorlar.
Komünizm, ulaşılacak bir durak değil. Gerçekliğin uymak zorunda olduğu bir şablon değil. Komünizm, mevcut durumu ortadan kaldıran gerçek harekettir.
Masa başında cennet çizmiyoruz. Haritasını çıkarmıyoruz, reçetesini yazmıyoruz. Yeni toplum, eski toplumun yıkıntıları arasında, mücadelenin ateşinde şekillenecek. Bugünün grevleri, yarının komünlerinin embriyosunu taşıyor. Bugünün dayanışma ağları, yarının özgür şûralarına dönüşecek.
Hareketin kendisi hedeftir. Yürürken yol açılır.
Bildiğimiz tek şey: metasız, parasız, sermayesiz, patronsuz, devletsiz bir dünya mümkün. Mümkün olduğu kadar zorunlu da. Ya bu biçimleri biz parçalarız, ya onlar bizi öğütür.
Üçüncü yol yok.
Ya sosyalizm, ya barbarlık.
VI
Düşmanlarımız belli.
Sermaye. Ve sermayenin hizmetkârları: devlet, ordu, polis, yargı, medya, akademi.
Ama en sinsi düşman içimizde: “Değişmez” diyen ses. “Yapılacak bir şey yok” diyen ses. “Herkes böyle” diyen ses.
Bu ses sermayenin fısıltısı. Kafamızın içine yerleştirilmiş. Onu da söküp atacağız.
VII
Dostlarımız da belli.
Emeğiyle geçinen herkes. Sömürülen herkes. Ezilen herkes.
Fabrikanın, ofisin, tarlanın, mutfağın içinde emeği gasp edilenler. Karşılıksız ev emeği harcayan kadınlar. Sınırlardan itilen göçmenler. Toprağından edilen köylüler. Geleceği çalınan gençler. Geçmişi çarpıtılan halklar.
Ve dünyanın dört bir yanındaki yoldaşlarımız. Sermaye sınır tanımıyor; biz de tanımayacağız.
VIII
Ne yapıyoruz?
Eleştiri. Sermayenin biçimlerini deşiyoruz. Kategorilerin maskesini düşürüyoruz. “Doğal” ve “ebedi” diye sunulanın tarihsel ve geçici olduğunu açığa çıkarıyoruz. Bu işe Marx’ın başladığı yerden –metadan– başlıyoruz.
Ajitasyon. Teoriyi silaha çeviriyoruz. Karmaşık fikirleri yalın dille anlatıyoruz. Öğrenmek isteyene okuma grupları, tartışmak isteyene platformlar, sormak isteyene cevaplar.
Örgütlenme. Yalnız değiliz, yalnız kalmayacağız. Hücreler kuruyoruz, ağlar örüyoruz, köprüler inşa ediyoruz. Dağınık vuruşlar değil, koordineli saldırılar.
IX
Çizgimiz net.
Parlamentarizme karşıyız. Sandık aldatmacadır. Efendileri değiştirmek istemiyoruz; efendiliği yıkmak istiyoruz.
Reformizme karşıyız. Sistemi “iyileştirmek” değil, yok etmek peşindeyiz.
Bürokratik “sosyalizme” karşıyız. Parti, lider, devlet kurtarıcılığına inanmıyoruz. Kurtuluşumuz kendi ellerimizden çıkacak.
Her türlü tahakküme –sınıfsal, cinsiyetçi, ulusal– karşıyız. Bunlar iç içe geçmiş; biri diğerinden ayrı yıkılamaz. Hep birlikte devrilecekler.
X
Neden bizler bunu yapmak durumundayız?
Çünkü benimsediğimiz mantık olarak diyalektik, hareketin düşüncesidir. Donuk kategorilerin değil, akan çelişkilerin kavranması.
Sermayenin kendisi bir çelişkidir: üretim toplumsal, el koyma özel. Bu çelişki onu içinden çökertecek. Biz bu çöküşün ebesi olacağız.
Diyalektik aynı zamanda birliğimizin adı: teori ve pratik, düşünce ve eylem, birey ve kolektif. Bunları ayıran her girişim –ister akademik ister aktivist kılığında– düşmanın ekmeğine yağ sürer.
Artık dışsal alan kalmadı. Değer yasasının mutlak despotizmi evrenselleşti. Uzamsal ve zamansal boyutlarda tam mânâsıyla kaçabileceğimiz hiçbir yer bırakılmadı. Tam da bundan ötürü biçimleri aşmanın yolu bilinçli pratikten geçmektedir. Praksis her daim esastır.
XI
Son söz diye bir şey yok. Bu manifesto bir kapanış değil, bir açılış.
Sözler eyleme dökülecek. Eylem sözleri sınayacak, düzeltecek, yeniden yazacak. Bu sarmal devrime kadar durmayacak.
Yenilgilerden öğreneceğiz. Zaferlerden de. Ama durmak yok. Durmak ölmektir.
Tarihin bilmecesi çözülmeyi bekliyor. Bilmece şu: insanlığın öntarihi ne zaman bitecek, gerçek tarih ne zaman başlayacak?
Cevap bizde yazılı değil.
Cevap biziz.
Kaybedecek zincirlerimiz var.
Kazanacağımız bir dünya.

